TRT Radyo 1'de yayımlanan kültür sanat programı "Renkli Anlar"ın canlı yayın programına konuk oldum.. Program yapımcısı Serpil Erim ve sunucu Tülin Öztürk Ekici ile stüdyoda... (13 Eylül 2010 pazartesi)
Kadın bir “Mikroenjeksiyon Merkezi”nde doktor, adam ise ultrason cihazları satış temsilcisiydi…
Genç kadın, o akşam büyük bir heyecanla geçti bilgisayarının başına.
Mesleki forum sitesinden tanıştığı adamla “messenger”da sohbet edecekti ilk kez.
Daha yakından tanımaya başladılar birbirlerini.
Her ikisi de boşanmışlardı.
Kadın hiç çocuğu olmadığını, adam da bir çocukları olduğunu ama kaybettiklerini söyledi. Her ikisi de sorduklarına pişman oldular ve çok üzüldüler.
Birkaç dakika karşılıklı bir suskunluktan sonra kadın merakını yenemeyerek, adamdan ölen çocuğunun bir fotoğrafı olup olmadığını ve sakıncası yoksa kendisine gönderip gönderemeyeceğini sordu.
Adam kısa sürede bir dosya yolladı ona yanıt olarak.
Kadın dosyayı açtı.
Ultrasonda çekilmiş dört haftalık bir embriyo resmiyle karşılaştı.
Birden bebek çığlıkları yayıldı evrene...
...
aziz yavuzdoğan (23.11.2007, istanbul)
merak et ve yaşa..
..tecrübe, kaybetmek değildir!
(a.y)
2 Eylül 2010 Perşembe
YEDİ VADİ ÜZERİNDEN
anka kuşu uykusunda
havalandık
her defasında
göz kırpmalık
iki kanat arası...
hayatı çağırdık
ölümü uğurladık
kısacası...
daha ayetler inmezden önce
yükselmişti insanın duası!
aziz yavuzdoğan (19.7.2007, istanbul)
parmağına iğne batsın ister mi insan?..
..ama batar bir şekilde. kıçına bile girer bazı şeyler!
(a.y)
1 Eylül 2010 Çarşamba
YÜZLEŞME
ve sonra
yaptığından
çok utandı...
çünkü o
ağacı çıplak bırakan
bir rüzgardı...
aziz yavuzdoğan (28.6.2007, istanbul)
ağır yükünden kurtulmak istiyorsan "kötü" olacaksın.. yük dediğin nedir ki!? bir hamalın göz çukurunda ters döner insanlığın.. uzak; ulaşılmaz bir mesafe değil.. düşünme de zaten, yanıbaşındayken sağdığın-sağıldığın.. iki yana da çıkar bu sapsız bıçak.. "ortası yok"a inanma.. ortalığı "iyilik" götürür, sorarsan.. yok canım, bok dediğim yok! ağacın kabuğunda, dilimiz yara...
Soluklanmak için oturdu biraz. Ayakları şişmişti bütün gün sokaklarda iş aramaktan.
Ayakları…
Az ötede top oynayan çocukları da görünce, geçmişi canlandı birden gözünde.
“Sert Tekme” derlerdi ona mahallede. Öyle sert şutlar atardı ki; kırılan sokak lambaları ve komşu evlerin camları yüzünden başı az belaya girmemişti. Zaman ne de çabuk geçmişti.
Kalktı yerinden, simitçiden bir simit alıp yola çıktı. Yürürken yerde bir kola kutusu gördü. Günün sıkıntısıyla biraz da, sinirine hakim olamayıp sert bir tekme savurdu.
O an, cam şangırtısıyla birlikte, “zınk!” diye duran belediye otobüsünün fren sesi duyuldu.
Bütün şehir linç etmek için üstüne yürüyordu sanki…